Yazılmamış sürüce hikâye,
Bugün herhangi bir ayın ömrünü tamamlamasına saatler var.
Özeti, kendisi hiç dersem olmayan mutlulukların inkârıdır ifadem.
Sonsuz güzellemeler yazamam ama 30 yılı aşkın öncesine de gidemem.
Doğum sancısına, annenin acısına, babanın heyecanına…
Bana getirdiği acının hafif ve taşıyabileceğim sanrısı ne büyük aldatmaca.
Bir sırtlan gibi geçirdim avuçlarıma dişlerimi.
Ellerimi titreten şey mum ışığının rüzgârı, doğunun baharatları veya bağımlılıklarım değil.
Küçük omuzlarım var benim. Atlas değilim. Ben atlas değilim değilim dedim.
Sesimi yitirmedim
Cesaretim koca kaya gibi oturdu kafesime…
Yine dedim atlas değilim. Sadece utananım.
Kocaman çelişkiler gölediyim.
Söyle bana, sözlerinin azlığı ve kıymeti, nadir olmasından mıdır?
Durgun okyanussun sen içinde envaı çeşit deniz canlıları.
O kadar durgunsun ki onlar ki seni incitir, seni ürkütür.
Oysa senin ihtiyacın olan Viking yelkenlileri değil.
Lodos dalgaların, güzel kanatlı dalgaların
Önüne alıp her şeyi süpüren deniz canlılarını bile korkutan dalgaların.
Ama ben küçük bir gölet.
Susmam ben.
Söylenecek çok şeyim olmasından değil kelimelerim değersizdir benim.
Sahilde kum misali çıplak topuklara yapışan,
Yüksek kilise duvarlarında yankılanan kuru kaskatıdır söylediklerim.
Ağzından dökülmeyen inciler
Bir avcının acımasız bıçağıyla açılınca, değerli olan her şeyini kaybettiğini sanma sakın.
Öz sensin sen ve sesin.
Kıyıda oturan omuzları küçük bu adam avcı değil.
Alıp götürmeyecek incilerini.
Keşfetmek için değil.
Kıyıda külünü bırakıp efsunlu yıldızların altında sonsuza kadar konuşmak isteyecek biri ya da susacak.
